İnsanoğlu, var olduğu ilk çağlarından beri süregelen süreçte evcilleştirdiği hayvanların derilerini, eşyalarını koruma, saklama, savunma gibi temel ihtiyaçların karşılanması için eyer ve koşum takımları, mataralar, heybe gibi eşyalar yapmışlardır. Eyer ve koşum takımı, hayvanın doğal harekelerini kolaylaştırarak, dışarıdan gelebilecek etkilere karşı hayvanı korumaya sağlamaktadır (Dağtaş, 2015:74). Geçmişten günümüze zanaat çerçevesinde gelişen saraciye sektörü Türk toplumunun zengin mirasını günümüze taşıyan önemli sektörlerin başında gelir. Türklerin farklı coğrafyaların kesişimin de bulunan coğrafi konumu saraciye alanında birçok toplum ile etkileşimde bulunmasını sağlamıştır. Savaşçı bir toplum olan Türkler, atçılık ve savaşçılık konusunun önemi sayesinde, at koşum takımları, askeri saraciye malzemelere de önemi arttırmıştır. İnsanlık tarihi kadar eski bir geçmişi olan Saraciye sektörü, derinin elde edilerek işlenmesi, askeriye, sivil ve toplumsal hayattaki ihtiyaçlara göre şekillenerek günümüzde özel hayatın ayrılmaz birer parçası olan çanta, cüzdan, kemer vb. ürünleri üreten bir sektör halini almıştır (Özman, 2000:5). Deri, sağlamlığı, özel emekler sonucu elde edilmesi, şık bir görünüme sahip olması gibi nedenlerle Orta Asya’da da son derece önemli bir hammaddeydi. Türklerin Orta Asya’da başlayan dericilik zanaatı, batı bölgelerine göçle birlikte Anadolu’ya taşınarak gelişimini sürdürmüştür. Orta Asya Türk toplumlarında deriye verilen önem ve deri ürünlerinin gelişmesindeki ilk etken Türklerin savaşçı toplum özelliğinden gelmektedir.
Orta Asya savaşçı Türkleri kendilerinin ve atlarının kuşamlarına çok özen gösterirlerdi Sakaoğlu ve Akbayar (2002:58-59)’ndan edinilen bilgilere göre, Türk saraciye ürünlerinin bilinen en eski bulguları “Hun uygarlığına ait olan, Doğu Altay’da Pazırık’ta açılan bir mezar odasında bulunan eğer ve koşum takımı kalıntılarıdır. Orta Asya’dan başlayarak at, Türklerin günlük yaşantısında ve savaşlarda en önemli yardımcısı olmuştur. Bu nedenle de at ile ilgili aksesuar süslemelerine ayrı bir önem verilmiştir. Bunlar eyer, eyer altı örtüleri, koşum takımı, yular ve üzengi gibi parçaları kapsamaktadır. Kurgan bulguları arasında yer alan koşum takımları; ahşap ya da deriden yapılmıştır. Eyer ve eyer altı örtülerinde ise keçe veya deri kullanılmıştır. Hun kurgan buluntularından çıkarılan deri giysilerde çeşitli hayvanların postlarından yararlanıldığı, renkli derilerin kombine edildiği ve metal aksesuarla süslendiği görülmektedir (İnan 2000). Hunların deri giysilerinin bazı biçim özelliklerinin, binlerce yıl sonrasındaki giysilerle benzerlikler olduğu dikkat çekmektedir. Toplumun göçebe karakteri ile uyuşan elbiseleri ve bellerine taktıkları sarkıntılı kemerler bu toplulukların en önemli özelliğidir.
Hun İslam öncesi Türk sanatı olarak adlandırabileceğimiz bu döneme ait sanat yapıtları, toplulukların yaşayış gereksinimlerini karşılayan fonksiyonel ürünlerdir. Gereksinimlerden doğan günlük kullanım eşyasının, Türk topluluklarının etkisi altında kaldıkları dinler ve diğer kültürlerle etkileşme sonucunda biçimlenerek, çağımız insanının gözüyle sanatsal bir boyuta ulaştığı varsayılmaktadır. Bu ürünleri yapımındaki ustalık ve tasarımlarındaki incelik ileri bir zanaata dayandırılan estettik düzeyin kanıtlarıdır.
Diğer taraftan Türklerin İslam dinini kabul etmesinden sonra gelişen süreçte, değişik coğrafyalarda yarattıkları sanat ürünleri, Türk-İslam sentezi içinde gelişmiştir. Bu dönemde sanat gücü artmış her alanda olduğu gibi dericilik alanında da güzel örnekler ortaya çıkmıştır. Anadolu’da en zengin örneklere Selçuklu ve Osmanlı’da rastlanmaktadır 1071’de Malazgirt zaferiyle Anadolu’ya yerleşen Türklerin dericilik alanında oldukça ileri düzeyde oldukları bilinmektedir. Bu dönemde dericiliğin Anadolu’da kökleşip gelişmesinde faaliyet göstermeye başlayan Ahilik kurumunun etkisi büyüktür (Tekin, 1993). Ahilik 13.y.y.’da Anadolu’da kurulup, belli bir süre içinde, belli kurallarla işlemiş esnaf ve sanatkârlar birliğidir. Bu birliğin kurucusu ve deri işlerinin örgütlenmesinde önemli rol oynayan kişi kendisi de derici olan Ahi Evren’ dır (Çağatay,1989). Ahilik örgütlenmesiyle birlikte rekabet olgusu ve kalite kaygısı deri ürünlerin üretimini olumlu yönde etkilemiştir. Bu dönemde Selçuklu sultanları için, üstat, saraç ve ayakkabıcıların imal ettikleri eyerler, koşum takımları, çizme, ayakkabılar, kolçak, kemer ve kayışlar, kalkan, sadak, cami saraylarının kapı ve pencereleri için yapılan işlemeli deri rüzgârlıklar ve daha sayılamayacak kadar çok ve çeşitli deri eşyalar üretilmiştir. Anadolu’da Selçuklu döneminde örgütlenerek, rekabet olgusuyla tanışan dericilik zanaatı, Osmanlı’da işlenmiş deri ve deri ürünlerini kalitede zirveye ulaştırmıştır.
Ahilik teşkilatı Osmanlı’da Loncaya dönüşerek özellikle 15. ve 16. yüzyıllarda etkili olmuştur. Osmanlı İmparatorluğunda, sivil ve askeri hayatta temel malzeme olarak kabul edilen derinin en yaygın olarak kullanıldığı dönem 16.yy dönemidir ve saraciye sektörü ile ilgilenen saraçların sayısı 3 binin üzerindedir. Saraçların 16 yy. da yaptıkları deri eşyalar incelendiğinde yorgan sandığı, kösele kılıç ve deve sandığı, kösele matara, kösele cezve, köseleden yular, semer, tasma, sepet gibi saraciye malzemelerinin üretilip kullanıldığını görülmektedir (Dağtaş, 2007:12-13).
Saraçlık Osmanlı döneminde hayvanlardan elde edilen deriler organize olarak çalışan farklı tabakhanelerde işlenmiştir. İşlenen bu deriler Osmanlı devletinin ayakkabı, saraciye vb. ihtiyaçlarını karşılarken aynı zamanda sürekli savaş halinde olan Osmanlı ordusu için koşum, eğer, ayakkabı, çizme vb. gereksinimlerini karşılamaktadır. İstanbul, Manisa, Kayseri, Konya, Bursa, Safranbolu, Osmanlı ordusuna deri sağlayan başlıca merkezler olmuştur. Fatih Sultan Mehmet farklı merkezleri tek çatı altında birleştirerek İstanbul saraçhanede toplamıştır. Farklı bölgelerden gelen deri üreticilerinin bir arada bulunması farklı kültür ve bilgi birikimlerinin aktarılması ve öğrenilmesinde aynı zamanda farklı bölgelerden gelen dericilerin arasındaki rekabet sayesinde oluşan ürün kalitesinde artış meydana gelmiştir (Kula, 2006: 8).
19. yüzyıl dünya için olduğu kadar Osmanlı toplumu için de bir değişim dönemi olmuştur. Ancak ekonomi alanındaki değişim, diğer alanlara oranla hem daha yavaş hem de oldukça yetersizdir. Dericilik ve ona bağlı üretim dalları loncalar biçiminde ve geleneksel kalıplarda üretimlerini sürdürürlerken öncelikle devlet bugünkü Beykoz Deri ve Kundura Sanayii İşletmesinin temeli olan Debbağhane-i Amire‟yi kurmuştur. Tanzimat sonrasında ise 1861‟de oluşturulan Islah-ı Sanayi Komisyonu’nun çabaları sonunda debbağlar ve saraçlar iki ayrı şirket halinde örgütlenmişlerse de bu girişim kayda değer bir başarı kazanamamıştır (Sakaoğlu ve Akbayar, 2002: 206).
19. yüzyılda, deri ve deri mamullerine iç ve dış pazardan olan talebin artmasına paralel olarak, devletin bu konuya verdiği önem de kendini göstermiştir. 1933‟te Sümerbank Deri ve Kundura Müessesesi, 1983‟ten sonra özelleştirme kapsamında Beykoz Deri ve Kundura Sanayi İşletmesi adını almış olan fabrikanın temelleri, 19. yüzyıl Osmanlı dönemlerine dayanmaktadır. İlk olarak 1810‟da şahıs tarafından kurulmuş olan bu işletme, 1842‟de iki buhar kazanı, yetmiş deri kuyusu, iki taş değirmeni olan bir üretim merkezine dönüşmüştür. Bu dönemdeki en büyük gelişme, üretilen kundura, çizme, koşum takımı, kütüklük, palaska gibi eşyaların ilk kez 1856‟da Paris Fuarı’nda sergilenmesi olmuştur. Ardından Londra ve İstanbul’da da sergilere katılınmış, ürünler beğeni ile karşılanmıştır. Böylesine bir yükselişe geçmekte olan deri sanayi, ne yazık ki bunların devamının getirilememesinden dolayı, son yüzyılın başlarında hak ettiği gelişimi gösterememiştir. Bu nedenle, gelişmiş ülkelerin örneğin İtalya’nın yaptığı gelişmeler boyutunda ileri düzeye gelememiştir. Osmanlı İmparatorluğu’nun gerileme dönemindeki gelişmelere kapalı ve tutucu yaklaşım, dericilik mesleğinin gelişimini de önlemiştir.
Bu dönemde her alanda olduğu gibi deri ve saraciye alanında da Avrupa’da başlayan teknolojik ilerlemeler takip edilememiş ve dericilik kendi kabuğuna ekilmiştir.
Osmanlı ve Cumhuriyet dönemlerinde saraçlık, babadan oğula ya da ustadan çırağa aktarılan bilgiyle sürdürüldü. Bu nedenle “saraç”, birçok aileye lakap veya soyadı oldu. Bununyanında çarşılara, sokaklara da isim olarak verildi. Teknolojik gelişmeler ve artan motorlu taşıtlar nedeniyle saraçlığa gereksinim ve meslekle uğraşan kişi sayısı her geçen gün azalmıştır. Bugün varlığını sürdürebilen saraçlar, ürünlerini, tarımsal faaliyetlerini halen hayvan gücüyle sürdüren köylülere ve geçimini faytonculukla sağlayan kişilere satmaktadırlar.
Kaynak: T.C. TİCARET BAKANLIĞI
Esnaf, Sanatkârlar ve Kooperatifçilik Genel Müdürlüğü
Melda ÖZDEMİR
GELENEKSEL MESLEKLER ANSİKLOPEDİSİ CİLT 2